Kaynak:
[Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Ulusumuz Türk, Vatanımız Türkistan, Dinimiz İslam.
Doğu Türkistan Cumhuriyetlerine geçmeden önce, “Türkistan”, “Doğu Türkistan” denilen ad veya kavramlara kısaca değineyim :
Türk anayurdunun geçmişte “Türkistan” olarak adlandırıldığına özgü elimizde şu anda ünlü 5 tane kitap vardır:
1. Kitap, Alaaddin Ata Melik Cüveyni’nin “Tarihi Cihangüşa” adlı eseri 1259 yılında yazılmıştır
2. Kitap, Reşidüddin Fazlullah’ın “Camiüt Tevarih” adlı eseri 1310 yılında yazılmıştır.
3. Kitap, Haydar Mirza Duglat’ın “Tarihi Reşidi” adlı eseri 1540 yılında yazılmıştır
4. Kitap, V.V.Barthold’un “Moğol istilasına kadar Türkistan” adlı eseri 1900 yılında yazılmıştır
5. Kitap, Zeki Velidi Togan’ın “Türkistan” adlı eseri 1947 yılında yazılmıştır.
Yukarıda adı geçen kitaplardan başka, Türkistan hakkında daha bilimsel, daha itibarlı bir kitabın var olduğunu ben bilmiyorum. Bu kitaplarda Türk yurdu “Türkistan” olarak geçer.
Türkistan denilen bu vatan, Asya’nın tam göbeğindedir. Yani tam anlamıyla Orta Asya’dır. Burada, Türkistan’ın dört tarafının da denizden aynı uzaklıkta bulunduğu ve dünyada denizden en uzak tek bölge olduğu da coğrafî bir gerçektir. Cengiz’in ve Timur’un, dünyanın ve tarihin en büyük fatihleri olabilmelerinin sırrı, Türkistan’ın Karalar Çağı’ndaki bu coğrafî konumunun sağladığı imkanlarda saklıdır. Uçsuz bucaksız Türkistan bozkırlarındaki ve dağlarındaki atlı insan, Türkistan’dan Avrupa-Asya karalar okyanusunun dört tarafına yayılan Cengiz ve Timur ordusunun güç kaynağı olur. Kervan yollarının kesiştiği, ticarî ve medenî değerlerin buluştuğu bu mutlu ülkemiz, sadece at üstündeki gücüyle değil, Farabi, Biruni, İbni Sina, Yusuf Hashacip ve Kaşgarlı Mahmud’lar gibi bilginleriyle de ün kazanır. Fakat, çağ değişir, müspet bilimler gelişir. Moğolu ve Türkü coşturan atın hızı deniz kıyılarında kesilir. Denizle sınırı olan ülkeler Yeni Çağın getirdiği olanaklarla güç kazanmaya başlar. Karalar Çağı kapanır, Deniz Çağı başlar. Karalar Çağı kapanınca, Türkistan da karalar okyanusundaki üstünlüğünü kaybetmeye başlar.
19.yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, durum büsbütün değişir. Yeni Çağ ile başlayan, vatanımızın jeopolitik konumundan kaynaklanmış bahtsızlığımız sonucu, Türkistan, Doğu ve Batı olarak ikiye bölünür. Batı Türkistan’da 1870’li yıllarda gerçekleşen Rus istilası ile, Doğu Türkistan’da 1877 yılında Yakupbeg devletini yıkan Çin istilasına kadar, Türkistan’ın bu iki bölgesi arasında siyasi sınır yoktu; bütün bir Türkistan vardı. İşte Batı Türkistan veya Rus Türkistan’ı; Doğu Türkistan veya Çin Türkistan’ı adları, bu iki yönlü istiladan sonra ortaya çıkmıştır. Bu istilalardan sonra Türk yurdunun tarihten gelen adının da yok edilmesi gereksinimi, düşmanlarımızın gündemine gelir. Ruslar Batı Türkistan için “Kazakistan”, “Özbekistan”, Kırgızistan”, “Türkmenistan”, gibi yapay adları kullanırken, Çinliler ise yaptıklarına göre daha gerçekçi davranarak, Doğu Türkistan için, “işgal edilmiş-yeni toprak” anlamında “šin Cang” adını tercih ederler. İster uzak geçmişte olsun, ister işgalden sonraki yakın geçmişte olsun “Uyguristan” diye bir kavram kullanılmamıştır.
Sovyet imparatorluğunun çöküşü sonucu 1990’lı yıllarda, eski yapay adlar gerçek istanlar olarak ortaya çıkınca, bizim safımızdaki bazı arkadaşlar, Almatı’da ve Bişkek’te “Doğu Türkistan” yerine “Uyguristan” kavramıyla ortaya çıktılar. Onlara göre, Doğu Türkistan, Uyguristan olunca, diğer istanlar gibi hemen bağımsızlığına kavuşacakmış. Bu eğilim, Doğu Türkistan davasındaki, kendimizi küçük düşüren hatalı bir davranıştı.
Bizden bir iki kuşak önceki atalarımız bu davada böyle bir hatayı yapmamışlardır. Kaşgar’da 1933 yılında kurulan devlet de, Gulca’da 1944 yılında kurulan devlet de "šarki Türkistan Cumhuriyeti” şeklinde adlandırılmış, yani bu ad, uzak geçmişimize bağlanmış halde ortaya çıkmış devlet adıdır. İleride burada kurulacak devlet, yine “šarki Türkistan Cumhuriyeti” olacaktır.
İnsanlığın geleceği için, şu bir gerçek sonsuz ki, değişmeyen tek şey-değişimdir. Vatanımızın jeopolitik konumundan kaynaklanmış kara kaderimiz, kayıplarımız, ebedî değişmez bir olgu değildir. Günümüz dünyasında en ilkel ulusların bile vatanları-devletleri vardır. İki büyük düşmanımız arasındaki rekabet ve onların eksikliklerinden yararlanan atalarımız, her fırsatı değerlendirip devlet kurmaya çalışmışlardır. Bu devletlerin ilki, 1865-1877 yılları arasında yaşatılan Yakupbeg’in Kaşgar’da kurduğu hanlıktır. Bu hanlık Rus-Çin işbirliğiyle yıktırılmışsa da,. gerisinde önemli dersler bırakmıştır. Kaşgar’a giren Çin ordusu 10.000’lerle tahmin edilen Kaşgarlıyı öldürmekle yetinmez, Yakupbeg’in mezardaki cesedini bulup ateşe verdikten sonra ancak hızını keser. Yakupbeg devletinin tüyler ürperten bu acı sonu, her şeyden önce, ezelî ve ebedî düşmanımız olan Çinliyi, daha yakından tanımamıza vesile olmuş : Çinli zalim olduğu kadar korkak, kalabalık olduğu kadar güçsüzdür. Atalarımızın ruhuna sonsuz nefret duygularını aşılayan bu yıkım asla unutulmaz. Aradan yarım yüzyıl kadar zaman geçerken, Çin’in iki parti olarak iç savaşı yaşadığı yıllarda, ikinci bir Kaşgar devletinin kuruluşuna ortam yaratılır. Bu devlet, šarki Türkistan İslam Cumhuriyeti’dir.
Hoca Niyaz Hacı başkanlığındaki nisan 1931’de başlayan Kumul isyanı; Mehmet Emin Buğra başkanlığındaki šubat 1933’te başlayan Hoten isyanı; Mahmut Muhiti başkanlığındaki ocak 1933'te başlayan Turfan isyanı gibi ciddi silahlı eylemler sonucu, 12 kasım 1933’te, Sabit Damolla başkanlığında Kaşgar’da “šarki Türkistan İslam Cumhuriyeti” prağı saydığı Batı Türkistan ile yan yana yaşamasına hiç tahammülü yoktu. Stalin, daha yeni doğmuş bu devleti, Çinli eliyle boğmaya kararlıdır. Sovyetlerin siyasî ve askerî desteğiyle, 12 Nisan 1933’te Ürümçi’de hükümet başına getirilen šın ši sey, hem barış, hem terörden ibaret iki yüzlü politika takip ederek, bu Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı başarır. Cumhuriyetin kurucuları yurt dışına kaçar. Hoca Niyaz Hacı Ürümçi’de öldürülür. Mahmut Muhiti ikinci bir yolu denemek için Japonlarla temasa geçer.
šın ši sey’in işi bununla bitmez, Stalin Ona daha kapsamlı görevler yüklemiştir. šın ši sey devrinde tutuklananların sayısı 300.000'i’geçmiş, öldürülenlerin sayısı 100.000'i’geçmiştir. Öldürülen bu insanların suç damgası "vatan haini”dir. 10.000’den fazla ailenin bir milyar Amerika doları değerindeki mal-mülkü yağmalanır. šın ši sey yaptıklarından rapor vermek ve yapacaklarına özgü talimat almak için 1938 yılında Moskova’ya gider; döndüğünde, Sovyetler Birliği’nin partisine girdiğini söyler.
İkinci Dünya Savaşı’nın başlarındaki gidişattan ürken makam düşkünü šın ši sey, Milliyetçi Çin ile barışmanın yollarını arar ve Ruslardan yüz çevirir. Burada Çin’e özgü şu bir gerçek ilginç ki, Stalin ile işbirliği yaparak, Doğu Türkistan’ı 10 yıl kana bulayan šın ši sey’i, yıllarca Sovyet destekli Çin komünistleriyle savaşmakta olan Milliyetçi Çin lideri Cang Ci şı, bağrına basarak tarım bakanı yapar. Demek ki, çıkar-makam söz konusu olduğunda, Çin liderleri için ilkeler hiçe bedeldir.
šın ši sey gittikten sonra, Milliyetçi Çin’in adamı olan ırkçı U Cung şin, Ürümçi’ye genel vali olarak gelir. İkinci Dünya Savaşı’nın sonu görünmeye başladığı-tehlikenin atlatıldığı yıllarda ise, şimdi šın ši sey’in yerine Stalin ikili oynamaya başlar. Artık acı çeken ve öfkeli olan Doğu Türkistanlıların sabrı taşar, bıçak kemiğe dayanmıştır.... İsyan!!!..... İsyan, bu mazlumların son çaresidir.....
İsyanın patlak verdiği yöre, Doğu Türkistan’ın kuzey batısı olan Nılkı ve Gulca, burası benim doğup büyüdüğüm topraklardı. Etnik bakımdan bu yöre Doğu Türkistan’ın güneyine benzemez. Uygur, Kazak, Tatar, Kırgız, Türk, Özbek gibi tüm Türk boylarının karışık yaşadığı bu bölge, tam bir Türk dünyasıdır. Moğollar da, Döngenler de az sayılmaz.
šın ši sey’in iktidara gelişinde, Ürümçi’deki Rus konsolosunun oynadığı rolünü, bu kez, Türklerin iktidara gelişinde, Gulca’daki Rus konsolosu oynar. Görünürde Ruslar, Çin zulmünden inleyen insanlara arka çıkar, silah verir.
Tatar Fatih Müslim başkanlığındaki bir grup silahlı kişi, 1944 yılının Ağustos ayında, Nılkı’nın kuzey batı yöresindeki Ilastay dağlarında isyan bayrağını açar. Halkın “Altı Batır” diye, Çin hükümetinin “Altı Haydut” olarak adlandırdığı, Fatih Müslim başkanlığındaki isyancılar, 1944 yılının 6 Ekim sabahı, kalabalık görünümü ve kısmen ateş gücüyle Nılkı’yı ele geçirirler. Nılkı’daki tüm Çin kuvvetleri kaçıp sinema salonuna kapanırlar. Sinema solunu Gani Batır tarafından ateşe verilince, Çin askerleri bir kurşun bile sıkmadan, silahlarını bırakıp teslim olurlar. Çinli kaymakam ve Polis şefi yerinde vurulur. Artık Nılkı’da-Türk dünyasının ücra bir köşesinde Ay yıldızlı Gökbayrak dalgalanır.
Yıl 1944, 7 Kasım günü, isyan Gulca’ya taşınır. Özbek Alihan Töre başkanlığındaki isyancılar, Gulca’daki Çin askeri karargahını kuşatırlar. Nılkı’dan gelen 800 kadar isyan ekibi yardıma yetişir. Gece gündüz devam eden şiddetli çarpışmalardan sonra 10 Kasım günü karargah ele geçirilir. Mazlum halkın gönlüne dehşet salan bu askerî kurumun düşmesi, isyancılar için de, Gulca halkı için de büyük bir moral kaynağı olur. O andan itibaren burası isyancıların karargahı haline getirilir. İsyan gücü çiğ gibi büyür, sel gibi coşar. Türk gençleri akın akın isyancıların safına katılır. Artık İli göklerinde tan atmak üzeredir. İsyan karargahı, Kasım ayının 12. günü, šarki Türkistan Cumhuriyeti’nin kurulduğunu, tantanalı bir şekilde ilan eder. Kaşgar’daki ve Gulca’daki bu iki Cumhuriyetin kuruluş tarihlerinin örtüşmesi bir rastlantı değil, bana göre, birbirinin devamı şeklindeki algılamanın sonucudur.
Savaş bitmiş değildir. Karargahlarını bırakıp, Gulca’nın kuzey doğusunda cephe kuran Çin birliklerinin direnişi devam eder. 1945 yılının Ocak ayının sonlarında, Türk birliği genel saldırıya geçer. Bu saldırıyı, başında Aliksandrov ve Polinov adlı komutanlarının bulunduğu 300 kişilik Sovyet ordusu toplarla destekler. Gulca tamamen kurtarılır. Nisan ayının 8.günü muntazam ordunun kurulduğu ilan edilerek, šarki Türkistan Cumhuriyeti askerî kuvvetinin ilk resmî töreni yapılır. 10.000’den fazla kişilik bu ordunun başına, Sovyetlerde eğitim görmüş Kırgız General İshakbek Munun getirilir. Gulca’dan Mayıs ayında harekete geçen bu Türk ordusu, kanlı savaşlar bedeline, Altay ve Tarbagatay vilayetlerini kurtarıp, 17 Eylül 1945’te Manas nehrine gelip duraklar. Ürümçi artık 200 kilometre ötededir. Ürümçi’deki Çinli büyükler kaçma telaşını yaşar. İşte böyle bir ortamda, 30.000 kişilik Türk birliği , başlangıçtaki enerji ile bütün Doğu Türkistan’ı hemen kurtarabilirdi. Fakat, ne yazık ki, birdenbire ateşkes ilan edilir. Ordu dizgininin tamamen Sovyetlerin eline geçmesi, bu Cumhuriyetin sonunu hazırlayan en büyük bahtsızlıktı. Stalin ikili oynamaya devam eder. Sovyet-Çin işbirliğinin, zaman kazanma gibi art niyetlerinin ürünü olan Ürümçi-Gulca müzakerelerine başlanır.
Yıl 1946, haziran ayı, Cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı Alihan Töre Sovyetlere kaçırılır.
Yıl 1949, Ağustos ayı, Cumhuriyetin ikinci Cumhurbaşkanı Ahmetcan Kasimi başta olmak üzere, cumhuriyetin önde gelen liderleri “uçak kazası” süsü ile öldürülür.
Yıl 1949, Ekim ayı, Kızıl Çin’in Azatlık Ordusu, tüm Doğu Türkistan topraklarını işgal ederek, düşünmenin bile suç olduğu, insanlık tarihinin en karanlık devrini başlatır.
Sonuç olarak söyleyebileceğim :
šarki Türkistan Cumhuriyeti, doğusu Manas nehri, güneyi Muzart dağ geçidi, kuzeyi Moğolistan, batısı Sovyetlerle sınırı olan ayrı bir devlet konumunda 5 yıl varlığını sürdürür.
Bu cumhuriyetin vatandaşlarının beynine kazıdığı bilinç şu idi : “Ulusumuz Türk, vatanımız Türkistan, dinimiz İslam, ecdadımız Cengiz ve Timur”.
Rusların vefasızlığı sonucu, 10.000’ler ile tahmin edilen şehitlerimizin kanına mal olmuş šarki Türkistan Cumhuriyeti düştü. Fakat, onun manevî mirası halen yaşıyor. Bu Cumhuriyet Doğu Türkistan Türklüğünün ulusal ruhunu yükseltti ve insanlarımızın hafızasına kuşaktan kuşağa geçebilecek unutulmaz izler bıraktı. Bu izler, başka hiçbir karşılığı bulunmayan istiklal ve özgürlük izleri idi. Bir ulus için istiklalden daha değerli, bir fert için özgürlükten daha tatlı hiçbir şey yoktur. šarki Türkistan Cumhuriyeti ve onun kısa da olsa beş yıllık ömrü, Türkün ezelî ve ebedî düşmanı olan Çinlilerin zihninde, Türkistan topraklarında kendilerine karşı her zaman patlamaya hazır bir bombanın bulunduğu fikrini, yine bir kez canlandırmıştır.
Çin müstemlekecilerine ölüm !!!
Yrd.Doç.Dr. İklil KURBAN Türk Ocaklarında 15.11.2003 tarihinde yapılan konuşma
.bayrak
Saygılarımla...